Doğru Türk kahve pişirimi nasıl olur ?
Kahve günümüzden yaklaşık bin yıl önce anavatanı Etiyopya’dan çıkarak dünya genelinde hâkim oldu. Nerdeyse her çeşidi çok seviliyor. Ama Türkiye’de özellikle kültürümüzün olmazsa olmazı Türk Kahvesi içiliyor.Etiyopya’da başlayan Kahvenin serüveni önce Arabistan Yarımadası’na taşındı, Türklerin bölgeyi ele geçirmesinden sonra da İstanbul’a, Anadolu’ya ve Avrupa’ya ulaştı. Orta ve Yeni Çağ’da dünyanın en önemli kahve üreticisi olan bölgelerin Osmanlı hâkimiyetinde olması sebebiyle kahvenin en eski yapımı da yüzyıllardır Türk kahvesi ismiyle bölgemizde anılıyor. Peki ama Türk kahvesi, zamanımızda makinaların çıkması ile tarihi yapımını ve lezzet geçmişini koruyor mu? Türk kahvesinin yanmadan doğru ısıda bakır cezvede pişirilerek doğru yapımı ile ilgili bilgileri Çanakkale’de Kafe işletmecisi olan Mustafa Yaman verdi. Kafe işletmecisi Mustafa Yaman; ''Kahvemizi bakır cezvede pişirdik.Bu sayede neyin önüne geçmiş oluyoruz, aromanın yanmasının önüne geçmiş oluyoruz.Gerçek Türk kahvesi ile müşterimizi buluşturmuş oluyoruz. Aksi halde çok yoğun bir sıcaklıkla kahveyi hızlı pişirilmek için buluştuğu zaman bazı aromalar kayboldupu için gerçek bir Türk kahvesi içiminin önüne geçilmiş oluyor. Tabi bu Türk kahvesi için dünya kahvelerinde makina kullanılması gerekiyor.''dedi.
KAHVENİN KEŞFEDİLİŞİ NASIL OLDU ?
Kahvenin keşfedilmesi, kahve tarihinde hakkında en az doğru bilginin; dolayısıyla da en çok efsanenin olduğu dönemdir. Bu konuda yüzyıllardır anlatılagelen iki farklı efsane vardır.Bunlardan ilki, kahvenin 9. yüzyılda Etiyopyalı bir çobanın güttüğü keçiler tarafından keşfedilme hikayesidir. Kaldi isimli bu çoban, keçilerinin bir ağacın meyvelerini yedikten sonra daha hareketli olduklarını fark eder. Daha sonra Kaldi’nin içinde bir merak uyanır ve kendisi de bu meyvenin tadına bakmak ister.Bunun üzerine ertesi gün o da keçilerle birlikte ağacın altına gider ve keçilerin yediği yeşil yapraklı ve kırmızı kabuklu meyveyi dener. Meyveyi yedikten sonra kendisinin de tıpkı keçiler gibi çok daha enerjik ve mutlu olduğunu fark eder.Kaldi, yaşadığı mutluluğu içinde tutamaz ve koşarak Etiyopya’nın yerel manastırındaki keşişlere yaşadığı durumu anlatır. Daha sonra keşişler de meyvenin tadına bakar fakat beğenmedikleri için ateşe atarlar. Çünkü Kaldi’nin getirdiği meyvenin tadı onlara çok acı gelmiştir.Fakat sonra bir şey olur ve meyveler ateşte kavrulurken etrafa güzel bir koku yayılır. Bu kez baş derviş kavrulan meyvelerden bir içecek yapar ve tadına bakar. Sonra sırasıyla bütün keşişler bu içeceği içer ve hepsi çok beğenir. İçtikleri içecek keşişlerin bütün gece uyumadan ayakta durmalarını sağlar, böylece gece boyunca birlikte dua ederler.
İçtikleri bu içeceğin etkisinden öyle memnun kalırlar ki “kahveh” olarak adlandırdıkları kahve bitkisinin ünü yavaş yavaş tüm Etiyopya halkına yayılır. Elbette zaman içinde halk arasında ağızdan ağıza dolaşır ve sonunda tüm Arap yarımadası bu nefis içecekten haberdar olur.Kahvenin keşfi ile ilgili anlatılan bir diğer hikaye de Kaldi’nin hikayesi ile benzer özellikler taşımaktadır. Efsaneye göre 1200’lü yıllarda Etiyopya’da yaşayan Şazeli isimli bir derviş, bilinmeyen bir sebepten dolayı bulunduğu dergahtan sürülür.Derviş, aç ve susuz bir şekilde kendisine yeni bir yurt aramaya koyulur. Fakat geçtiği yollarda ne karnını doyurabileceği bir yiyecek ne de susuzluğunu giderebileceği bir içecek bulunmaktadır.Çaresiz bir halde dolaştığı sırada karşısına kocaman, dallarında yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı meyveleri olan bir ağaç çıkar. Derviş karnımı doyurayım düşüncesiyle meyveleri yiyerek hayatta kalmaya çalışır.Aradan zaman geçince dervişin arkadaşları bu ayrılığa dayanamaz ve Şazeli’yi bulmak üzere yola çıkarlar. Kısa sürede onun yanına ulaşırlar fakat derviş hastalanmış ve yollarda bitap düşmüştür.Geri dönecek zamanları olmadığından dervişin karnını doyurmak için yediği kırmızı meyveleri, yanlarında getirdikleri bir testi su ile kaynatıp Şazeli’ye içirirler. Ardından arkadaşlarının çok kısa bir süre içerisinde iyileştiğine şahit olurlar ve kendileri de şifa niyetine bu içecekten içmeye başlarlar.Bu şifalı içeceğin ünü dillerden dile dolaşır ve herkese yayılır. Böylece gencinden yaşlısına hemen herkes, şifalı etkilerinden yararlanmak için “sihirli meyve” olarak adlandırdıkları bu içeceği tüketmeye başlar.Kahvenin keşfi ile ilgili en çok anlatılan bu iki efsanenin hangisinin doğru olduğu bilinmese de her iki hikayenin sonunda da kahvenin ünü yavaş yavaş farklı coğrafyalara yayılmaktadır.
Keşfinden sonra ünü ilk olarak Arap yarımadasına ulaşan kahve, bu bölgede epey popüler hale gelmiştir. Öyle ki 15. yüzyılın başlarından itibaren Yemen’de kahve yetiştirilmeye başlanmıştır.Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesi ile birlikte Osmanlı halkı da kahveyle tanışmıştır. Hatta 15. yüzyılın sonlarına doğru dönemin Yemen Valisi Özdemir Paşa, kahve lezzetini Osmanlı Sarayı’na sunmuştur. Böylece tarihte ilk kez Yemen’den İstanbula kahve ticareti de başlamıştır.Zamanla kahve, sarayın en önemli içeceklerinden biri haline gelmiş; kırk kişilik kahve ustaları tarafından pişirilmeye başlanmış, hatta saray çalışanlarına bu ekibi yöneten “kahveci başı” adlı bir rütbe de eklenmiştir. Öte yandan haremdeki cariyeler de incelikleriyle kahve yapımı hakkında dersler almışlardır.Kahve tüketimi Osmanlı’da yalnızca saray halkı ile sınırlı kalmamış, evlerde de pişirilmeye başlanmıştır. Yine aynı dönemde halkın bir araya geldiği “qahveh khaneh” olarak adlandırılan kahvehaneler de kurulmuştur.İlki 1550 yılında İstanbul’da kurulan bu kahvehanelerde önce ticaret yapan insanlar sonra da yerli halk toplanarak kahve eşliğinde önemli konuları tartışmaya başlamışlardır.
KAHVENİN AVRUPAYA GEÇİŞİ NASIL OLDU
Aradan yıllar geçerken kahve tüketimi yalnızca İstanbul ile sınırlı kalmamış farklı ülkelere de yayılmıştır. Avrupa coğrafyasında ilk olarak Venedik’te kahve tüketimine başlanması,1615 yılında Venedikli tüccarlar sayesinde olmuştur. Böylece kahve kültürünün en önemli ülkelerinden biri olan İtalya da kahve ile tanışmıştır.Öte yandan Avrupa ülkelerinde ilk zamanlarda kahve tüketimi çok yaygın olmamıştır. Hatta öyle ki Venedikli rahipler tarafından kahve “şeytan icadı” olarak tanımlanmış ve tüketimi yasaklanmak istenmiştir. Fakat Papa 8. Clement tarafından onaylandıktan sonra kahve, Venedik dışındaki ülkelere de yayılmıştır.
Avrupa’da kahvenin tarihi yolculuğunu şu şekilde sıralamak mümkün:
Avrupa’daki ilk kahvehane Polonyalı bir adam tarafından açılmış, burada kahve Viyana Kuşatması’nda Osmanlıların bıraktığı kahve tohumlarının demlenmesi yoluyla yapılmıştır. 1700’lü yılların ortalarına kadar Batı Avrupa’da İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde ünlü yazar ve bestecilerin uğrak yeri haline gelen kahvehaneler çoğalmıştır. Kahve İngiltere’ye ilk kez bir Türk tarafından getirilmiş, bu lezzeti çok beğenen üniversite öğrencileri ve çalışanları tarafından Oxford Kahve Kulübü kurulmuştur. Yine aynı dönemde “Angel” isimli ilk kahvehane açılmıştır. 16. yüzyılın sonlarına doğru Londra’da Yunan asıllı Pasqua Rosee tarafından ilk kahvehane kurulmuş ve burada Türk usulü kahve demlenmeye başlanmıştır. Londra’da gün geçtikçe yaygınlaşan kahvehanelerde şairler, yazarlar, sanatçılar, politikacılar ve yazarlar buluşma gerçekleştirmeye ve kendi aralarında uzun soluklu sohbetler yapmaya başlamıştır. Bunun ardından halk kahvehanelere giriş ücretinin 1 penny olmasından esinlenerek “Penny Üniversiteleri” ismini takmıştır.